İnancın Antroposen çağı: Habil ve Kabil
Abdullah Deveci*
Jeoloji bilimi dünyanın oluşumunu izleyen süreçleri jeolojik zamanlar sınıflandırmasıyla inceler. Her zaman diliminde o zaman dilimine özgü iklim ve yeni ortaya çıkan canlılar vardır. Aslında bahsedilen, evrimin en pür anlatımıdır. 2000 yılında kimyager Paul Crutzen ve biyolog Eugene F. Stoermer, süregelen yaşadığımız jeolojik çağa Antroposen adının verilmesini önerdiler. Bu önerinin nedeni Homo sapiens ve hatta Neandertaller’in yaşadıkları çevreye müdahaleleri ile başlayan sürece işaret etmeleriydi.
Bir başlangıç oluşturma hali her dini inanışta gördüğümüz bir durumdur. Yunan paganizminde ilkin kaos vardı. Kaostan tanrılar türer, insan çok sonraları ortaya çıkar. Tek tanrılı dinlerde ise Tanrı’nın kendisidir her şeyin başlangıcı. Eski Ahit’te tanrı gün gün ve sırasıyla evreni ve yaşamı yaratır, altıncı günde de insanı… Tek tanrılı dinler tarihi bakımından “Antroposen Çağ Âdem ve Havva ile başlamıştır” yakıştırması yapılsa yeridir. Tabii bunu söylerken bilimsel bilgiyle ve inanışı ayrı ayrı yerlere yerleştirmek gerekiyor. İnsanlığın zaman içinde oluşturduğu inanış eksenli bir kültürle, bu kültürü, çevreyi, doğayı ve evreni araştıran bilimin bilgisi aynı değildir.
Eski Ahit’te anlatılanlara, Adem ve Havva’nın ilk çocuklarından itibaren bir kültür oluşturma çabası olarak da bakılabilir. Bu aslında güçlü bir inanış oluşturma çabasıdır. Bu çaba doğaya müdahale ile başlar. İnanışlar bakımından doğaya müdahalenin en büyüğü Nuh Tufanı’dır. İnsan kötülüğünün cezalandırılması için gerçekleşen tufan aslında doğaya yönelmiştir. Nuh Tufanı inanışıyla tahayyül edilen yıkım bir meteorun düşmesiyle gerçekleşen doğal çevrenin yıkımı kadar güçlüdür…
ESKİ AHİT’TEKİ HABİL VE KABİL
Tarım yapmak ve hayvanları avlamaktansa yanı başımızda tutmanın ekolojinin güçlü bir şekilde değiştirilmesinin ilk adımları olduğu biliniyor. Bu ilk adımların kutsal kitaplarda da bir karşılığı vardır. Eski Ahit’te Adem ve Havva’nın ilk oğlu Çiftçi Kain’le (Kabil) ikinci oğlu Çoban Abel’in (Habil) acıklı öyküsü resim ve heykel sanatında bir konu olarak çok sevilmiştir. Floransa Katedrali önünde yer alan vaftizhanenin Cennetin Kapısı olarak anılan doğu kapısında Kabil ve Habil’in öyküsü de yer alır.
Heykeltraş Lorenzo Ghiberti’nin 1425-1452 yılları arasında döktüğü altın kaplamalı bronz kapı, koruma amacıyla sökülerek Museo dell’Opera del Duomo’ya taşınmıştır. Vaftizhanede görünen kapı ise bir replikadır. Kapıda Eski Ahit’ten on öykü betimlenmiş, en üstteki ilk panoda Âdem ve Havva’nın yaratılışı, bunun yanında da Habil ve Kabil öyküsünün kabartması yapılmıştır. Kardeş katlinin anlatıldığı bu panoda konuyla ilgili Eski Ahit’te geçen hemen her şey gösterilmiştir.
Birbiriyle bağlantılı altı olay ve durumun anlatıldığı betimlemede en üstte ve solda çocuk Habil ve Kabil’i Âdem ve Havva’nın yanında görürüz. Burada gösterilmek istenen herhalde iki kardeşin anne ve baba sevgisiyle büyüdüğü olmalıdır. Bu tasvirin altında (solda ortada) Çoban Habil’i köpeği ile birlikte koyun sürüsünü otlatırken, solda en altta da Çiftçi Kabil’i bir çift öküzle toprağını sürmektedir. Panonun sağında üstten alta doğru ise dramatik olay betimlenir. En üstte Habil ve Kabil’i tanrıya sunakta bulunurken görürüz. Bunun altında ortada Kabil’in kardeşi Habil’i öldürürken, en altta da lanetlenmiş Kabil’in yolculuğa çıkması gösterilmiştir.
Eski Ahit’te olaylar Tanrı’ya sunulan kurbanlarla başlar. Kabil yetiştirdiği tarımsal ürünlerden, Habil ise yetiştirdiği sürüsünün ilk doğanlarından ve yağlarından tanrıya sunuda bulunur. Rab Habil’in sunusunu kabul eder, Kabil’in sunusuna bakmaz bile… Böylece Kabil’in kardeşine karşı kıskançlığı ve hasedi başlar. Sonunda da kardeşi Habil’i öldürür. “Kardeş katili Kabil’i lanetledi Tanrı. Her yerden kovulacaktı artık kardeş kanı içen. Toprak ürün vermeyecekti ona. Serseri bir kaçak gibi dolaşacaktı hep.” (Tekvin, 4/1-5).
Ernst Gombrich’e göre, Ghiberti kendi çağının yeni buluşlarını reddetmeden Gotik sanatın kimi görüşlerine bağlı kalarak sanat üretmiştir: Her zaman ölçülü ve kolay anlaşılır. Yani onun eseri karşısında büyük duygu coşkunluğu yaşanmaz. Eserin konusu kaynağa bağlı kalarak ve fazladan bir yoruma gerek duymadan okunur. Barok Dönem sanatçısı Paul Rubens’in Habil ve Kabil resminde ise olay yoğun bir duygu aktarımıyla betimlenmiştir.
Felemenk resim geleneğine bağlı Rubens’in bu resminde ayrıntılara dikkat etmeseydik resmi bir kavga sahnesinden ibaret sanabilirdik. Ürkmüş ve canının bağışlanmasını dileyen Habil ile gözü dönmüş ve sopasını indirmek üzere olan Kabil’in arkasında iki sunak bulunmakta. Bu sunaklardan birinde ateş tüttüğünü diğerinde ise üzerindeki çalı çırpıya rağmen ateşin yanmadığını görebiliriz. Ateşin yandığı sunak Habil’in, diğeri ise Tanrı’nın yüzüne bakmadığı Kabil’in sunağıdır.
İncil’de Eski Ahit’te anlatılanlar tekrarlanır. Ayrıca İsa’yla benzerlikler kurulan Habil’e geniş yer verilmiştir. Habil’in İsa gibi çoban olması, temiz ve suçsuz olması, haset ve kıskançlık nedeniyle öldürülmesi Hıristiyanlık için önemli bir peygamber olmasının nedeni olmuştur. İsa onu peygamberler arasında sayar (Matta, 23/35). Pavlus da Habil ile İsa arasında benzeşen özellikleriyle karşılaştırmalar yapar (İbranilere Mektup, 12/24).
İSLAM COĞRAFYASINDA HABİL İLE KABİL ÖYKÜSÜ
Kabil ve Habil’in öyküsü Kuran’da Maide suresinde (27-34) isim verilmeden anlatılır. Kuran’da ayrıntıları verilmeyen öykünün tefsir ve kıssa (öykü) kitaplarında daha geniş anlatıldığı görülür. Bu kitaplara bolca rivayetler girmiştir. Rivayetlerden birine göre, Âdem ve Havva’nın her bir doğumda kız ve erkekten oluşan yirmi ikizleri olmuştur. Bir başka kıssada yüz yirmi ikizden bahsedilir. Farklı rakamlar veren başka rivayetler de vardır. Evlilikler de çapraz olarak diğer ikiz kardeşler arasında yapılırdı. Habil’in kız kardeşi ile Kabil, Kabil’in kız kardeşiyle de Habil’in evlenmesi gerekir. Ancak Kabil bu evliliği kabul etmez. Kabil, kendi güzel ikizi ile evlenmek ister. Konu babaları Adem’e gelir. Adem de oğullarına Allah’a birer kurban sunmalarını söyler. Kimin kurbanı kabul edilirse istediği evlilik gerçekleşecektir. “Hani her biri birer kurban sunmuşlardı” (Maide 27) diye başlayan sürede kurbanların ne olduğu belirtilmez. Kurbanı kabul görmeyen Kabil kardeşimi mutlaka öldüreceğim der. Habil ise Allah’tan korktuğunu, karşılık vermeyeceğini söyler. Kabil yirmi yaşındaki kardeşini uyurken bir taşla başına vurarak öldürür.
Kabil kardeşini öldürdükten sonra ne yapacağını bilemez. Çaresizlikle ortalıkta dolaşırken, “Allah bir karga gönderdi, yeri deşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin, eyvah, dedi: şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtemedim ha! Artık pişmanlığa düşenlerden oldu” (Maide 31). Kuran’da ve rivayetlerde geçtiği biçimiyle konuyla bağlantılı Osmanlı ve İran kitap sanatında çok sayıda minyatür yapılmıştır. III. Murat döneminde Seyyid Lokman’ın 1583 yılında bitirdiği Zübdetü’t-Tevârîh (Tarihlerin özü/özeti) isimli yazmada Adem ve Havva’dan başlayarak III. Murat dönemine kadar geçen olaylar anlatılır. Habil ve Kabil öyküsü minyatür resmiyle beraber anlatılan olaylar arasında yer alır.
Minyatürde Osmanlı giysileri içinde Âdem ve Havva ikiz çocuklarıyla beraber resmedilmiştir. Resmin merkezinde Âdem ve Havva, etrafında da ikizlerin çapraz eşleştirme ile evlenmesi sağlanan çocukları yer alır. Çiftlerin mutluluk içinde oldukları el ele tutuşmalarından ve muhabbet içinde olmalarından bellidir. Ancak sol alt köşede resmin genel havasından uzak bir erkeğin bir kadını kolunu bükerek yere yatırdığı görülür. Bunlar Kabil ve ikizi Klima’dır (İklima). Kabil burada ikizinin evlilik için Habil’e gitmesini engellemeye çalışır. Ortadan geçen derenin öteki kıyısında ise sarı giysiler içinde şaşkın oldukları belli olan Habil ve ikizi Liyuza aralarında konuşurken gösterilmiştir.
Konuyla ilgili bir başka minyatür I. Ahmet döneminde Vezir Kalender Paşa tarafından hazırlanan Falname’de bulunan minyatürdür. Bu minyatürde yine Osmanlı giysileri içinde uyuyan Habil’in abisi Kabil tarafından bir taşla öldürülmesi tasvir edilmiştir. Çiçekler açmış doğanın içinde İblis de bir tepenin ardından gerçekleşen olaya bakmaktadır. 17. yüzyıl Osmanlı dönemine tarihlenen Kısas-ı Enbiyâ (Peygamberlerin Kıssaları/Öyküleri) adlı yazmada da bir karganın toprağı kazarak ölü bir bedenin gömülmesini
Kabil’e göstermesi tasvir edilmiştir.
MİTLERİN VE EDEBİYATIN HABİL VE KABİLLERİ
Habil ve Kabil öyküsünün dışında da öldürmeye varan aile içi düşmanlığın ve şiddetin çeşitli biçimleri mitlere ve edebiyata konu olmuştur. Aslında konu erkeklik halleri ve şiddetin farklı görünümleridir. Orhan Pamuk, Oidipus öyküsüyle Antik İran’ın mit kaynağı Şehname’deki Rüstem ve oğlu Sohrap öyküsünü karşılaştırarak doğu ve batı arasında iktidar olma biçimlerinin farklılığına dikkat çeker. Oidipus öyküsünde oğul babayı Şehname’de ise Rüstem oğlunu öldürür.
Habil ve Kabil öyküsü için sınıfsal çözümlemelerden farklı toplum tiplerine göndermeler yapan çeşitli yorumlar yapılmıştır. Öykünün kökeni için de tarihsel kaynakların karşılaştırılmalı değerlendirilmeleri yapılmıştır. Pensilvanya Üniversite Müzesi’ndeki Nippur koleksiyonunda yer alan Sümer tabletleri arasında yerle göğün tek bir parçayken daha sonra birbirlerinden ayrıldığını anlatan tabletler Eski Ahit’teki yaratılış anlatımlarıyla büyük benzerlik gösterir. Sümer tanrılarından Emeş ve Enten kardeşler tıpkı Kabil ve Habil gibi çiftçi ve çobanlık yaparlar. Habil ve Kabil’in öyküsüne benzer başka bir Sümer mitinde aşk ve bereket tanrıçası İnanna’ya âşık olan çoban tanrısı Dumuzi ile çiftçi tanrısı Enkidu arasında yaşananlar anlatılır. İnanna’ya aşık Dumuzi ve Enkidu İnanna’ya sunular sunarlar. İnanna Çoban Dumuzi’nin hayvan kurbanlarını beğenir ve onunla evlenir.
Kıskançlık ve haset kaynaklı aile içi şiddete Yusuf Peygamber örneği de verilebilir. Baba sevgisinin Yusuf’a yönelik yoğun ilgisi abilerinin Yusuf’u kuyuya atmasının nedeni olmuştur. Hem de öldürmek niyetiyle… Kardeş katline varan bu şiddet kültürü aslında öyle uhrevi değildir. Aksine tümüyle insani ve dünyevi bir kültürdür. Benzerlikler kurulacak daha çok öykü ve mit var. Son olarak günümüzden Murathan Mungan’ın Kasım ve Nasır öyküsünü de analım. Öyküde geçen töre zorlaması olarak kardeşin eşiyle evlilik, yaşanan hayal kırıklıkları, kardeşler arası tutulan cenkler, iktidar olma hevesi içinde yanıp tutuşan erkeklik halleri Kabil ve Habil öyküsünü anımsatır.
Hümanizm kavramının henüz olmadığı zamanlarda Sofokles, Antigone adlı trajedisinde kahramanına “Dünyada birçok korkunç şey var, ama hiçbiri insan kadar korkunç değil” dedirtir. Lacan bunun bir hümanizm eleştirisi olduğunu söyler ve hümanizmin kendi kendini yıkan boyutunu görmemizi ister. Gerçekten de şu Antroposen Çağ’da hümanizm hakkında tekrar düşünmemiz gerekiyor. Hümanizm acıma ve empati duygusallığı ile sevecen bir düşünce tarzı değildir. Emel Esin’in dediği gibi, “hümanizm, en umumi manada insanı kainatın merkezi ve tercümanı addeden ve kainatı insan vasıtasıyla tefsir eden bir düşünce sistemi”dir. İnsan merkezli olarak insanı ve her şeyi anlama ve konumlandırma, insan davranışlarında sınırı olamayan bir ilişki sistemi oluşturuyor. İnsanın merkezde olduğu bir yaşam, geri kalan kısmın yıkılmasını ve yok olmasını önemsizleştirebiliyor. Örneğin madenler için dağ tepe dümdüz edilebilir, su kirletilebilir. Çünkü insan edinimiyle ekonomik değer üretiliyordur. Fabrikalar suları ve havayı kirletebilir, çünkü sadece ekonomik değer üretilmiyor aynı zamanda gelişme denilen şey gerçekleşiyordur. İnsanlığın büyük utkusu: Gelişme (!) Hümanist düşüncede doğal çevrenin insan bilincinden bağımsız olarak var olmasının kıymet-i harbiyesi de yoktur.
Rönesans insanlığın treni kaçırdığı ilk durak değildi. İnsan-doğa ilişkisinin insan-insan ilişkisine dönüştüğü zamanlara kadar geri gidiyor kötülüğün insan zihnine sinmesi. Gençay Gürsoy’un Sovyetlerin çözülüş sürecinde tanık olduklarını, TSİP Kurucusu ve Genel Başkanı Ahmet Kaçmaz’ın son zamanlarını anlattığı yazısı hüzünlü bir yazıydı. Gürsoy’un “Ahmet’in, benim çok iyi anladığım ve yargıdan muaf tuttuğum ruh hali onu her türlü kirlenmenin sorumlusu olarak gördüğü insan soyuna karşı duygusal bir kopuşa sürüklemiş, bu hali kimi eski dostlarını ondan uzaklaştırmıştı. Bu yüzden bana göre Ahmet, aslında hak etmediği bir yalnızlık içinde, insanlığa küskün bir zarafetle, 26 Nisan 2021 günü sonsuz inzivaya çekildi” sözlerini çok iyi anlıyorum. Ve anladığımı her türlü yargıdan muaf tutuyorum. Ahmet Kaçmaz’ı galiba en iyi Orhan Veli anlardı. Şairin Odamda isimli şiirinde derin iç sıkıntısı ve insanın kendisiyle hesaplaşmasını aktardığı dizelerden sonra tekrarladığı dizedeki gibi;
Kardeşini öldürüyor Kabil,
İçimde bir yalnızlık duygusu;
Ölüm kadar uzun yaz uykusu,
Sıkıntı ile geçilen sahil.
(Ankara, Ekim 1936 / Varlık, 15)
*Sanat Tarihçisi, Eskişehir Okulu